16.11.2020
İsrail – Filistin Çatışmasına Bir Bakış: Barış Planlarının Rolü ve Geleceği
ABD Başkanı Donald Trump, seleflerinin yaptığı gibi, İsrail-Filistin sorununa yönelik kendi çözüm önerisini hazırlayarak Ocak 2020’de kamuoyuyla paylaştı. ‘Refah için barış: Filistin ve İsrail halkının yaşamlarını iyileştirmeye yönelik bir vizyon[1] veya bilinen adıyla Yüzyılın Anlaşması, bu sorunun çözümünde ABD’nin geleneksel kolaylaştırıcı rolünü sürdüreceğini gösterdi. Öte yandan planın içeriği incelendiğinde, Trump’ın ABD’nin daha önce formüle ettiği formattan tamamen uzaklaştığını ve barış diplomasisi anlayışının temellerini değiştirdiğini söylemek mümkün.
Trump’ın planının getirdiği temel değişiklik, İsrail-Filistin çatışmasını Orta Doğu’nun ana meselesi olmaktan çıkarması. Daha önceki barış planları bu sorunun çözümüne öncelik veriyor ve ancak başarıldığında İsrail ile Arap ülkeleri arasında sağlıklı bir ilişki kurulabileceğine inanıyordu. Trump’ın planı ise, İsrail’i öncelikle bölgeye entegre ederek, İran tehdidine karşı birlik oluşturma düşüncesiyle hareket ediyor.[2] Bu bakış açısı, geçtiğimiz aylarda Birleşik Arap Emirlikleri (BAE), Bahreyn ve Sudan ile İsrail arasındaki diplomatik ilişkilerin kurulmasının da önünü açmıştı.
İkinci önemli değişiklik ABD’nin konuya yaklaşımında yatıyor. ABD tarafsız bir aktör olduğunu iddia etmiyor ve Filistinlileri görüşme masasına oturtmak veya Arap ülkelerinin desteğini sağlamak adına, İsrail’e yakınlığını gizleme ihtiyacını hissetmiyor. Tam tersine, Filistin liderlerini sorumluluk almaya çağırırken, çatışmayı bitirmek için ödün vermeye yanaşmamakla ve Filistin halkına zarar vermekle suçluyor.[3]
Plan aynı zamanda barışa ulaşılabilmesi için Filistin tarafını değişime zorluyor. Terörü desteklemekten ve halka İsrail nefreti aşılamaktan vazgeçilmesinin yanı sıra hukuk düzeni, insan hakları, özgür basın, şeffaflık, yolsuzluğun engellenmesi gibi konularda gelişme sağlanması talep ediliyor.[4] Bu koşulları yerine getirmeleri halinde ancak, Filistin devletinin kurulacağı belirtiliyor. Yine plana göre bu koşulların sağlanmasıyla birlikte ABD’nin, Doğu Kudüs’te büyükelçilik açarak Filistin devletini tanıması ve ekonomik yardım planının yürürlüğe girmesi öngörülüyor.[5]
Daha önceki barış görüşmeleri başarısızlığa uğradığında, Filistin tarafı bir barış anlaşmasına ulaşılana kadar statükonun korunmasını talep ediyordu. Trump’ın planı artık bu seçeneğin masada olmadığını, zamanın Filistinlilerin aleyhine işlediği konusunda bir uyarı barındırıyor.
Trump’ın planının daha öncekilerden bir diğer farkı, hassas bir diplomatik anlayıştan uzaklaşması. ABD İsrail’in güvenlik kaygılarını benimserken6, ABD Büyükelçiliği’nin Kudüs’e taşınması kararının uygulanması[7], Filistinlilerin planı görmeden reddetmeleriyle sonuçlandı. ABD ayrıca mülteci programına maddi desteği keserek[8] ve Filistin Kurtuluş Örgütü’nün (FKÖ) Washington’daki ofisini kapatarak[9] Filistin liderlerine yönelik baskı politikasını benimsedi. Tüm bu gelişmeler Orta Doğu ülkelerinin Filistin meselesini bir kenara bırakıp kendi iç sorunları ve İran, Suriye, Yemen, Libya, IŞİD gibi tehditlere öncelik verdiği bir dönemde meydana geldi.
Trump’ın planının bir diğer önemli farkı, önceki barış planlarının temelini oluşturan Oslo kararlarından uzaklaşması.
Oslo süreci
Oslo süreci[10] bir barış anlaşması olmasa da barışa gideceği umulan bir yolu açmak için alınan prensip kararlarıydı. 1990-2000 arasında barış ilk defa gerçekçi bir ihtimal olarak belirdi. 1993 yılında Oslo I
Washington’da, 1995’te Oslo II Taba, Mısır’da imzalandı. İsrail ile FKÖ gizli yürütülen çalışmasıyla hazırlanan planın ana amacı taraflar arasında iyi niyet ve güvenin oluşturulmasıydı. Bunun sağlanması durumunda işbirliği için zemin hazırlanacak, bu da barışa giden taşları döşeyecekti. Oslo süreci kademeli yapısıyla bu hedefe beş yıl içinde ulaşmayı amaçlıyordu. Adım adım gidilecek, gelişmeler değerlendirilecek ve en nihayetinde en sıkıntılı konular olan Kudüs’ün (Yeruşalayim) statüsü, Filistinli mülteciler, Filistin devleti, Batı Şeria (Yehuda ve Samarya) ve sınırlar konularında görüşmeler başlayacaktı. Süreci planlayanların düşüncelerinin aksine, taraflar o noktaya hiç gelemediler.
Sınırlar ve yerleşimler
Kudüs
Kudüs’ün statüsü, İsrail ile Filistin arasında süregelen çatışmanın ana sorunlarından birini oluşturuyor. 1967 yılındaki Altı Gün Savaşı ile Ürdün’ün kontrolündeki şehrin doğusunu alan İsrail, 1980 yılında mecliste onaylanan kararla Kudüs’ü İsrail’in tek, bölünmez ve ebedi başkenti olarak ilan etmişti. Filistinliler için ise Doğu Kudüs ileride kurulacak devletlerinin başkenti olacak. Oslo, Kudüs’ün statüsünün barış görüşmelerinin ileri safhasında ele almayı planlamıştı, ancak bu gerçekleşemedi. Trump ise ABD Büyükelçiliği’ni Tel Aviv’den Kudüs’e taşıyarak İsrail’in başkenti olarak Kudüs’ü kabul ettiğini planın açıklanmasından önce göstermişti. Planda Filistin devletinin başkenti olarak Doğu Kudüs telaffuz ediliyor ancak bahsedilen bölge güvenlik duvarının ötesindeki, Kudüs’ün doğusunu (Kafr Akab, Abu Dis, Şuafat’ın bir bölümü) işaret ediyor. Plana göre kutsal mekanlar herkesin erişimine açık olacak ve bu mekanların idaresi mevcut şekliyle kalacak.[17]
Filistin devleti
Oslo, Batı Şeria’yı yukarıda anlatıldığı gibi üç bölgeye ayırmıştı. Geçici olması düşünülen bu durum günümüze kadar süregeldi. Trump’ın planına göre kurulacak Filistin devleti; Batı Şeria’da Filistin tarafında bırakılan bölgeler, Gazze’nin tamamı ve İsrail’in Mısır sınırında bulunan, Gazze’ye otoyol ile bağlanması düşünülen yeni bir bölgeden oluşacak. Trump, mevcut Filistin topraklarının bu sayede iki katına çıkacağını söylüyor.[18] Filistin devletinin askerden arındırılmış olması öngörülüyor. Bu da Gazze’nin yönetimini elinde bulunduran Hamas’ın silahsızlandırılması demek. Filistin güvenlik görevlileri şimdi olduğu gibi kamusal güvenliği sağlayacak. Sınır güvenliği Filistin tarafında olsa da, silahların Filistin devletine girip girmediğini kontrol etme yetkisi İsrail’e veriliyor. Plana göre hava sahası da İsrail kontrolünde olacak.[19]
Mülteciler
1948 savaşı sonrası yaklaşık 750 bin Filistinli Arap komşu ülkelere sığınmıştır. Bir çoğu ve aileleri halen mülteci kamplarında yaşamlarını sürdürmekte ve vatandaşlık hakları bulunmamaktadır.[20] Aynı dönemde Arap ülkelerinin de demografik yapıları değişmiştir. Yüzyıllardır o topraklarda yaşayan Yahudiler 1948 ile 1951 yılları arasında kovulmuş veya terk etmeye zorlanmıştır. Göçe zorlanan yaklaşık 850 bin Arap Yahudisinden[21] 650 bini İsrail’e yerleşmiş ve vatandaşlık almıştır.[22] Ancak onlar da, tıpkı Filistinli Araplar gibi tüm mal varlıklarını geride bırakmak zorunda kalmışlardır. Aralarındaki önemli bir fark ise Filistinliler, mülteci statüsüne sahip olup, hakları Birleşmiş Milletler Yakın Doğu'daki Filistinli Mültecilere Yardım ve Bayındırlık Ajansı (United Nations Relief and Works Agency, UNRWA) tarafından korunmaya alınırken, Yahudi mülteciler hiç yardım alamamış ve BM kararlarına konu olmamışlardır.
Oslo I’in parçası olan Paris Protokolü, İsrail ile kurulacak Filistin devleti arasında ekonomik ilişkileri düzenlemeyi amaçlıyordu. Protokol bir gümrük birliği anlaşması içeriyordu.[27]
Arap Barış Girişimi
2002 yılında ilan edilen Suudi Arabistan liderliğindeki Arap Barış Girişimi[28], İsrail’in Filistinlilerle bir anlaşmaya varmasını ve 1967’de elde ettiği topraklardan çekilmesini talep ediyordu. Ancak bu şartlar yerine getirildiğinde İsrail ile Arap ülkeleri arasındaki ilişkilerin normalleşmesinin önü açılabilecekti. Trump’ın planı bu girişime atıfta bulunuyor ve İsrail için “yeni barış ortakları” sunduğu için kendilerine ilham kaynağı olduğu belirtiliyor.[29] Daha önce Filistin ile barış şartını yerine getiren bir İsrail ile barış yapmaya hazır olduklarını belirten Arap ülkelerinin bazıları artık bu şartı zorlamıyorlar. Son aylarda İsrail ile özellikle Körfez ülkeleri arasında yaşanan ilişkilerde normalleşme ve diplomatik açılım, Arap-İsrail ilişkilerin artık İsrail-Filistin gelişmelerine bağlı olmadığını göstermesi açısından bir hayli önemli. Bu yaklaşım, İsrail ile bir açılım yaşayan Arap ülkelerinin bu iki konuyu artık ayrıştırıldığını gösteriyor.
Türkiye
Türkiye İsrail-Filistin çatışmasında, her iki tarafa eşit mesafede durarak ve diyalogda kalarak kurduğu arabulucu olabilme özelliğini son yıllarda İsrail karşıtı sert açıklamaları ve Filistin konusunda daha çok Hamas yanlısı tutumuyla kaybetmiş durumda. Trump’ın planına göre ileride bölgesel bir güvenlik komitesi kurulması isteniyor. Gerçekleşirse ABD, İsrail, Filistin ve bölge ülkelerini bir araya getirecek olması açısından oldukça önemli. Ancak bu yedi ülke arasında Türkiye’nin adı geçmiyor.[30]
Sonuç
Trump yönetimi, bölgeyi refaha kavuşturacak gerçekçi bir iki devletli çözüm önerisi oluşturduklarını, İsrail'in güvenlik, Filistinlilerin devlet sorununa çözüm getirdiklerini dile getiriyor. Trump’ın planı kısa vadede taraflar arasında bir barış vaat etmiyor ancak yeni bir yaklaşımla bölgedeki gerilimi azaltmayı ve İran’a karşı cepheyi güçlendirmeyi amaçlıyor.
Reddetmelerine rağmen Clinton parametreleri, Filistinliler açısından en cömert plandı. Trump’ın planının da İsrail açısından en tatminkar plan olduğu şüphe götürmüyor. Plan fiili durumu kabul edip 1990’ların şartlarına geri dönülemeyeceğini her iki tarafa da hatırlatıyor. Ancak kısa vadede İsrail ile Filistin arasında doğrudan görüşmelerin başlayacağına yönelik bir emare bulunmuyor.
Trump’ın planı, bölgesel sorunlar nedeniyle geri plana itilen bu konuyu yeniden gündeme taşıdı. Statükoyu korumaya çalışan İsrail için Trump’ın planı avantajlı bir seçenek sunuyor. İsrail’e, uluslararası toplumu karşına almak pahasına tek taraflı adımlar atmak yerine Filistinlilerle doğrudan görüşmelere başlamanın bir yolunu bulması tavsiye edilebilir. Filistinliler için ise, bu konu gittikçe bölgesel güçlerin ve uluslararası toplumun gündeminden düşüyor. ABD’nin Orta Doğu’ya ilgisinin azaldığını, İsrail’in de Arap ülkeleriyle yakınlaşması göz önüne alındığında, şu an sürdürmekte oldukları her şeyi reddetme politikası yerine çekincelerini ve taleplerini açık ve net bir biçimde dile getirmeleri yolunu seçmeleri tavsiye edilebilir. Daha önceki barış planlarına oranla daha dezavantajlı durumda oldukları, bu durumdan kurtulmak için bir diyalog kapısı açmak amacıyla diplomatik girişimlerde bulunmaları gerektiği söylenebilir. ABD’nin ise, Filistinlileri baskı yoluyla barış görüşmelerine dahil etme politikasını değiştirmesi gerekiyor. Planın açıklandığı salonda Trump, başarılı olması için planın Filistinlilerin de taleplerini yerine getirmesi gerektiğini söylemişti.[31] Bu söylem ABD nezdinde gerçeğe dönüşmeli ve barış görüşmelerinin başlayabilmesi için Filistinlilerin de güvenini kazanacak bazı adımların atılması gereklidir.
Joe Biden’ın Başkanlığında Süreç Nasıl İlerleyecek?
Kasım 2020 seçimlerinin ardından ABD, Joe Biden ve Kamala Harris yönetiminde yeni bir döneme hazırlanıyor. Yeni yönetim öncelikle iç sorunlarla uğraşacak gözükse de, İsrail-Filistin konusu da gündemine gelecektir. Bu konudaki en önemli ipucunu Harris’in Ekim sonu Arab American News’e verdiği röportajdan[32] alıyoruz. Harris, iki devletli çözüme bağlılıklarını belirtirken yerleşimlerin genişletilmesi ve ilhak gibi tek taraflı adımlara karşı olduklarını söylüyor. Doğu Kudüs’teki Amerikan konsolosluğunun ve Washington’daki FKÖ bürosunun yeniden açılması için çalışacaklarını belirtiyor. Filistin ve İsrail halkının özgürlük, güvenlik, refah ve demokrasiye ulaşabilmeleri için çabalayacaklarını söylüyor.
26. https://www.whitehouse.gov/wp-content/uploads/2020/01/Peace-to-Prosperity-0120.pdf Appendix 3
27. https://www.btselem.org/freedom_of_movement/paris_protocol
28. https://www.theguardian.com/world/2002/mar/28/israel7
29. https://www.whitehouse.gov/wp-content/uploads/2020/01/Peace-to-Prosperity-0120.pdf Sayfa 36
30. https://www.whitehouse.gov/wp-content/uploads/2020/01/Peace-to-Prosperity-0120.pdf Sayfa 23
31. https://www.youtube.com/watch?v=JZVvQ-_C6Ns
32. https://www.arabamericannews.com/2020/10/28/exclusive-qa-with-kamala-harris-ahead-of-the-election/